Şeker

MÖ 510’da Pers imparatoru Darius, Hindistan’ı işgal ettiğinde arısız bal veren kamışı bulmuştu.

Bu büyük bir sırdı ve yüzyıllarca öyle kaldı. Araplar İran’ı işgal edince şeker kamışının üretimi ve yetiştiriciliğini öğrendiler.

Büyük İskender “kutsal kamış” adını verdiği şeker kamışını beraberinde götürerek, şekeri Akdeniz ülkelerine ve Afrika’nın doğu kıyılarına tanıttı.

Hindistan halkı, MS. 350 yıllarında şekeri nasıl kristalize edebileceklerini keşfetti. Müslümanlar, şeker kamışını 15. yüzyılda İspanya ve Portekiz’e kadar yaydılar.

Geliri yüksek bir bitki olması dolayısıyla her iki ülke şeker kamışı yetiştirebilecekleri yeni yerler aramaya koyuldular. Şeker, Avrupa’da ise tam anlamıyla haçlı seferleri sonucu duyuldu ve yayıldı.

Asiller ve şövalyeler evlerine döndüklerinde bu yeni bitkinin lezzetinden bahsetmeye başlamışlardı. Coğrafi keşiflere kadar bu ticaret Venediklilerin elindeydi.

Şeker kamışları Venedik’e gelir ve burada işenip satışa çıkarılırdı. Amerika’nın keşfi ile beraber Venedik en önemli gelirinden olmuş ve gitgide yok olmaya mahkum olmuştu.

1492’de Colomb, Hindistan’a gitmek için yelken açarken yanında bulunan bitkilerden birisi de şeker kamışıydı.

Avrupa, o tarihe kadar şeker ihtiyacını sadece Hindistan üzerinden sağlayabiliyordu. İlk keşfedilen bölgedeki neredeyse tüm yerliler katledilip şeker kamışı tarlaları açılmaya başladı.

Caribean, Barbados, Antigua, Tobago adalarında devasa şeker kamışı ormanları yükseldi.

Bu adaların kontrolleri için Avrupa devletleri arasında savaşlar çıktı, adalar sürekli el değiştirdi ve bunun sonunca Hindistan, Endonezya, Filipinler ve Pasifik adaları sömürgeleştirildi, şeker kamışı plantasyonları kuruldu. 1800’lere kadar yaklaşık 12 milyon siyah insan öldü.

Milyonlarca amerikan yerlisi yaşadığı yerleri terk etti, dağlara çekildi, bir kısmı köle olarak kullanılmak istendi, Amerika’nın Avrupa kolonilerinin kurulduğu bölgeleri ile Karayipler dünyanın en büyük şeker kaynağı oldu.

Sanayi gelişip daha fazla işçiye ihtiyaç duyulunca tarlalarda çalıştırılmak üzere Afrika’dan köleler getirildi. Bu yönüyle şeker aynı zamanda kölelik sisteminin de ortaya çıkmasına neden oldu.

Köle işçiliği üretim maliyetlerinin düşmesini ve fiyatların Doğu’dan ithal edilen kamış şekeri fiyatlarının çok daha altında oluşmasını sağladı.

Şeker tarımı öylesine kazanç getiriyordu ki, insanlar şekere “beyaz altın” adını taktılar. Şeker kamışı tarlası olanlara da altın tarlası varmış gözüyle bakılmaya başlandı.

İlk olarak 1768 yılında Jamaika’da bir şeker fabrikasında buhar makinesi kullanılmaya başlandı ve kısa süre sonra ısıtma prosesi kaynağı olarak da ateşin yerini buhar aldı.

Dünyada tüm bu süreçler yaşanırken şeker pancarının henüz şeker kaynağı olduğu bilinmiyordu; gıda ve hayvan yemi olarak yetiştiriliyordu.

İlk olarak, Alman kimyacı Andreas Sigismund Marggraf pancarı analiz ederken bu ürünün kristalleşen ve son derece tatlı bir madde içerdiğini 1747 yılında fark etti.

Marggraff, pancarda bulduğu maddenin şekere benzemekle kalmayıp. kamıştan elde edilen şekerle aynı olduğunu, şekerin pancardan da kamıştan olduğu gibi kazanabileceğini ispat etti.

Fransa ile İngiltere arasında 1793-1815 tarihleri arasında yapılan Napolyon Savaşlarına kadar Avrupa ana şeker kaynağı olarak kamış şekerini kullanmaya devam etti.

Bu dönemde İngiliz Donanması, Fransa’nın başta kamış şekeri olmak üzere mal ithalatını önlemek amacıyla limanlarını ablukaya aldı. Böylelikle Avrupa kıtasına şeker girişi durdu.

Bu andan itibaren kamış şekerinin yerini alması amacıyla Avrupa’da şeker pancarı tarımı çok hızlı bir şekilde yayılmaya başladı. 1700’lerde Avrupa’da kişi başına şeker tüketimi yıllık 1 küp şeker kadardı.

Yüzyılın ortalarında İngiltere’de 120 tane şeker kamışı rafinerisi vardı. 1800’lerin başında kişi başına şeker tüketimi 6 kg olmuştu.

Sanayi devrimi İngiltere’de buharlı makinanın keşfi ve bunu tekstil fabrikalarına uyarlaması ile başladıysa eğer, Almanya ve Fransa’da şeker fabrikalarının kurulması ile başlamış denebilir.

Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk hamlelerinden birisi şeker pancarı fabrikalarıdır. Şeker pancarı sayesinde çiftçilik de gelişti, sanayi de. 11. Yüzyılda şekerin kilosu yaklaşık olarak 100 dolar imiş (bugünkü fiyatın yaklaşık 100 katı).

Şeker alamayan hastalara bal öneriliyordu. Şeker heykelcikleri zenginlik/güç göstergesine dönüşmüş ve bir sanat ortaya çıkmıştır.

1403 yılında IV. Henry ve Navarralı Joan’ın evlilik töreninde yemeğin ilk bölümü sövüş fileto ile başlar, puding ve sotelto denilen şeker biblo ile sona erer.

Şeker biblolar eşya, kale, kuş, gemi şeklinde olabilirmiş. Törenlerde, gösterilerde şekerden dev heykeller olurmuş. Şeker 1650’de ender, 1750’de lüks bir madde iken 1850’de gerçek bir ihtiyaç maddesine dönüşmüştür.

Şekeri 1650’den önce sadece zenginler tüketebilirken, 1850’den sonra yoksullar daha çok tüketmeye başlamış Teknolojik gelişmeler şeker kamışı ve şeker pancarı dışında da şeker üretilmesine neden oldu.

Nişasta bazlı şeker, rafine şekerden daha ucuz ve daha tatlıdır. Kan şekerini daha hızlı yükseltir. Hazır gıda/içecek sektöründe yaygın olarak kullanılmaktadır.

Mısırdan sıvı şeker, yani fruktoz elde edilir. fruktoz ise vücutta tokluk hissi uyandırmaz. yani fruktozlu ürünleri sürekli yer, içersiniz ve içmeye de devam edebilirsiniz.

Şekerin fazlası karaciğerde birikir ve İnsülin hormonu onu yağ yaparak karın bölgesinde depolar. çok daha fazlası karaciğerin iflasına bile neden olur.

Fruktoz nerelerde kullanılıyor? neredeyse tüm gazlı içeceklerde. maliyeti ne kadar? 1000 euro. Şeker pancarından üretilen glukoz şekeri ise 1400 euro. Kapitalizm daha fazla kazanmak için insan sağlığını önemsememektedir.

 

Hakkında Oltulu

Buna da bakabilirsiniz

Çayı kim nasıl keşfetmiştir ?

Çaysız bir dünya nasıl olurdu acaba? Çay keşfedilmeseydi, çaydanlık, çay fincanı, kaşığı, işyerlerinde çay paydosu, …

Bir yanıt yazın