Anasayfa / Dağarcık / Bilgi Demeti / Atom Bombası Tarihi

Atom Bombası Tarihi

1939 yılı, atom fiziği için bir atılımı gördü. Sürgün Yahudi fizikçi Lise Meitner, Hahn ve Strassman’ın Berlin’de yapmış oldukları, ama atomu bölmüş olduklarını fark etmedikleri deneyin imalarını kavradı.
Haberler, Nazi rejiminden kaçan diğer Yahudi bilimcilerin sığınma istediği Amerika Birleşik Devletleri’nde hareketlilik kıvılcımı saçtı. Mart’ta Macar Leo Szilard, içinde parçalanan bir atomun bir diğerinin parçalanmasına neden olduğu zincirleme bir reaksiyonun mümkün olduğunu deneysel olarak gösterdi. Ağustosta bilimciler liderleri olarak Einstein ile birlikte, Franklin D. Roosevelt’e yazarak onu, Hitler’in atom bombası yapabileceğine dair uyardılar.

1941
Mart 1940’ta Albert Einstein, atom bombasının mümkün olabilirliği hakkında Başkan Roosevelt’e bir daha yazdı. Amerikan Savunma Dairesi o zaman, hiçbir askeri adamın inanmadığı süper silahın geliştirilmesi için 6 bin Dolar yatırdı.
Mart 1941’de Kaliforniya’da bir grup fizikçi, uranyumu platunyuma dönüştürmeyi başardı. Yarım mikrogram ürettiklerinde, onu yavaş nötronlarla bombardımana tabi tutmaya başladılar ve parçalanabildiğini gördüler. Bir İngiliz-Amerikan ekibi oluşturuldu ve 6 Aralık 1941’de, Pearl Harbor’un bombalanmasından önceki gün Birleşik Devletler, atom bombasına dönmeye karar verdi.

“Fermi ile tokalaştım ve bu günün insanoğlunun tarihine en karanlık gün olarak geçeceğini düşündüğümü söyledim.”

1942
Ağustos 1942’de Almanya yayılmasının en üst noktasındaydı, Birleşik Devletler’de Manhattan Projesi’nin ilk adım atıldı. Westinghouse, 3 ton saf uranyum teslim etti. Enrico Fermi ve Leo Szilard, bir reaktör inşa etmeye başladılar. 2 Aralık 1942, saat sabah 3.30’da reaktör ilk zincirleme reaksiyonu becerdi. Szilard: “Fermi ile tokalaştım ve bu günün insanoğlunun tarihine en karanlık gün olarak geçeceğini düşündüğümü söyledim.”
Yine de Szilard ve meslektaşları, Hitler’in bilim adamlarının hedefe kendilerinden önce varabilecekleri korkusuyla, çalışmaya devam ettiler. Ama Almanya’nın kırılması yaklaştı ve Hitler’in süper silaha sahip olmadığı çok açık olarak anlaşıldı. Durum değişmişti. Szilard, eğer bombasını kullanırsa gelecekteki karşılıklı dehşet konusunda Roosevelt’e yazarak onu uyardı. Roosevelt, mektup kendisine ulaşamadan bir gün önce öldü.

1945
Roosevelt’in varisi Harry Truman, bilim adamlarının uyarılarını dikkate almadı. Almanya yenildi. Dışişleri Bakanı Byrnes’in, Szilard’a söylediği gibi; atom bombası Japonya ile olan savaşa son verecek ve “Rusya üzerinde derin etki bırakacaktı”.
Ama Şikago bilim adamları direndiler. 11 Haziran 1945’te atom bombasının kullanılmasına güçlü bir şekilde karşı çıkan Franck Grup Raporu çıktı: “Birleşik Devletler, insanoğlu üzerinde ayrımsız yıkımın bu yeni silahını ilk piyasaya çıkaracak olursa, dünya çapındaki kamuoyu desteğini kurban edecek, silahlanma yarışını hızlandıracak, böyle silahların gelecekte kontrolü üzerine bir uluslararası anlaşmaya ulaşma imkanına karşı ön yargılı yaklaşımı doğuracaktı.”
Truman, bombanın nasıl kullanılacağı sorununu Savunma Bakanı Stimson başkanlığındaki bir komiteye devretti. Komite, Japonların uyarılmaması ve saldırının sivil bölgelere karşı değil, ama “büyük miktarda işçi çalıştıran ve yakın etrafındaki işçi evleriyle, hayati önemdeki savaş sahalarının” hedef alması gerektiğini önerdi.
Öneri kendi kendisiyle çelişkiliydi, çünkü meskun bir bölge, sivil bölgesi olarak tanımlanır ve gerçekçi değildi, çünkü bombanın etkileri şehrin saptanacak parçasıyla sınırlandırılamazdı. Gerçekte ise hedefin merkezi, şehrin sivil göbeğiydi.

17 Temmuz’da ilk atom bombası denemesi New Meksiko’da yapıldı. Atom bombasını mümkün hale getirmiş olan Leo Szilard ve diğer 69 bilim adamı, sonraki gün Truman’a gönderdikleri dilekçede, karşıt uyarılmadan atom bombasının kullanılmamasını istediler. Askerler, mektupla ilgilendi ve Truman’a asla ulaşmadı.

26 Temmuz’da, Birleşik Devletler ve Büyük Britanya’nın eğer koşulsuz teslim olmazsa Japonya’yı “derhal ve tam yıkım”la tehdit ettikleri Potsdam Deklarasyonu çıktı. İmparatorun rolü ve atom silahı üzerine hiçbir şey söylenmiyordu.

28 Temmuz’da beklendiği gibi Japonlar, Müttefiklerin muhtırasını reddetti, ama aynı zamanda son birkaç aydır, müzakere masasına oturmak için Müttefiklere ulaşma meyvesiz girişimleri devam ediyordu.

BİNLERCE HİROŞİMA
1950’lerin sonunda, ABD için nükleer hedefler üç tipe ayrılıyordu: ABD için tehlike oluşturan askeri hedefler, Avrupa için tehlike oluşturan askeri hedefler ve Sovyet askeri gücünün ekonomik tesisleri. Ancak radyoaktif döküntünün her durumda üreteceği genel etkiler, hedeflerin farklı tipleri arasındaki tercihi ilginç olmaktan çıkardı. Bu nedenle 1959’daki bir çalışma, tüm Sovyetler Birliği yüzeyi üzerinde “rasgele silah hedefleri”ni önerdi. Bu, nihai sonuçları olan “alan bombalanması” idi.

Tahmini ölümlerin sayısı yıldan yıla yükseldi. Yüz milyon ölü artık yeterli değildi. 1960’a kadar insanlar, tüm Doğu Blokunda yarım milyar ölüden çoktan konuşuyorlardı. Bir misilleme artık güç bela ağır olabilirdi. Diğer birkaç milyonu öldürmek tehdidi, caydırıcılığı yok denecek kadar az artıracaktı.

1960’ta ABD hala dünya nükleer silahlarının ezici çoğunluğunu kontrol ediyordu – bin adedi hidrojen bombası olan 10 bin adet bomba. Bu, Sovyetler Birliği’nin sahip olduğundan en az 10 kat daha fazlaydı. ABD, ayrıca bombardıman uçakları ve diğer silah taşıyıcıların sayısında da ileri üstünlüğe sahipti ve onlardan Sovyetler Birliği’nin herhangi bir yerine rahatlıkla ulaşacağı üsler halkasına sahipti.

Aynı yıl Eisenhower, uzlaşma ruhuyla karakterize edilen, garnitür yeni bir nükleer hedefler listesini kabul etti. Tam 280 askeri ve politik hedef vardı, artı 131 şehirdeki diğer bin adet hedef.

Kennedy 1961’de başkanlığı devralınca, ordunun en son ürünü olan Tek Halinde Bütünleşmiş Operasyonlar Planı (the Single ıntegrated Operations Plan, SıOP) hakkında bilgilendirildi. Bu plan, ABD’nin Sovyetler Birliği üzerindeki ezici askeri üstünlüğüne dayanıyordu ve ABD’nin nükleer silahları ilk kullanacağı sanısından hareket ediyordu. SıOP’ta 170’ten daha az olmayan atom ve hidrojen bombası sadece tek başına Moskova’ya doğrultulmuştu. Plan, Çin ya da Doğu Avrupa’daki hedefleri, bu ülkeler savaşa çekilmemiş olsa da, dışarıda tutma olanağı sunmuyordu. 1961’den başlayarak bugüne kadar devamla SAC’ın, havada saatte karşı dönen hidrojen bombalarıyla donanımlı ve SıOP’a tahsise hazırlanmış bir miktar bombardıman uçağı vardı. Objektif bir hesapla, plana göre yerine getirilecek bir saldırı, 360 ile 425 milyon arasında insanın ölümüne neden olacaktı.

Sovyetler Birliği o zamana kadar olan patlamalardan daha büyük, elli tonluk bir süper bomba patlattı (1962). Bu tek bomba, 4000 adet Hiroşima’yı içeriyordu. 50 megatonluk bomba, ABD ve Avrupa’da çoktan abartılıyor olan Sovyetlerin askeri gücü hakkında yanlış bir intiba yarattı. Yağmaya başlayan satelit fotoğraflarından anlaşıldığı kadarıyla Amerika’nın nükleer silah üstünlüğü evvelce inanılandan bile çok daha da eziciydi.

Küba füze krizini o kadar tehlikeli yapan da buydu.

Genelde inanıldığı gibi eğer her süper güç karşıtını imha etme gücünde olmuş olsaydı, Sovyetler Birliği nükleer silahlarını Küba’ya zor yerleştirirdi. ABD şimdi ya da daha önceden Sovyetler Birliğine komşu bütün müttefiklerinin topraklarına – Büyük Britanya, Almanya, Türkiye, İtalya, Japonya, nükleer silahlar konumlandırmıştı. Fakat şimdi ABD ve SSCB eşit güçte değillerdi. Sovyetlerin kıtalararası savaş kapasitesi halen en aşağı düzeydeydi. Sovyetlerin ABD’ye karşı nükleer ateş gücü o kadar güçsüzdü ki, iki katına ve belki de Küba’daki üslerle üç katına çıkarılması gerekecekti.

Hakkında Sadri Haşimoğlu

Buna da bakabilirsiniz

Yağmur tanesinin şekli nasıldır?

Yağmur taneleri küre şeklindedir, gözyaşı şeklinde değildir. Rulman ve kurşun gülle yapanlar düşen sıvıların bu …

Bir yanıt yazın