Anasayfa / Dağarcık / Bilgi Demeti / Bir “Devrim” Hikayesi

Bir “Devrim” Hikayesi

1961 senesinin Mayıs başları idi. Bir akşam, anne tarafından akrabam olan Sıtkı Ulay Paşa bize geldi. Ankara’da İsrail evlerinde oturuyoruz o zamanlar. Evde biraz elektrikli bir hava hâkim.
27 Mayıs ihtilal inde, babam Mühendis Topçu Albay Emin Bozoğlu, Genel Kurmay Genel Sekreteri idi; Sıtkı Paşa da Kara Harp Okulu komutanı. 27 Mayısta karşı karşıya gelmişlerdi. 25 Mayıs günü gecesi yine Sıtkı Paşa ve arkadaşları ile bizim evde toplanılmış ve ihtilal yapılması tartışılmıştı. Babam böyle bir ihtilalin Türkiye’nin aleyhine olacağını ve Başbakan’ın, hükümetin çok kısa bir zaman sonra erken seçime gideceği yolunda Rüştü Paşaya bilgi verdiğini ve en az bir ay daha beklenilmesinin, memleket için daha hayırlı olacağını söylemişti. Mutabık kalınmasına rağmen, babam baypas edilmiş ve iki gün sonra da ihtilal yapılmıştı. Sıtkı Paşa’ya bu yüzden kırgındı..
İhtilalde, Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdelhun Paşa tutuklanarak Yassı Ada’ya gönderilmiş ve Milli Birlik Komitesi tarafından da babama, emekliliğini istemesi tavsiye edilmişti. Emekliliğinin ardından, yine Komite tarafından TCDD Genel Müdür Muavinliğine tayini çıkartılmıştı.
Ne ise…
Saat sekiz gibi Sıtkı Paşa geldi. Annem gene döktürmüş ve güzel bir sofra hazırlamıştı. Teyzesinin oğlu ile kocası arasında kalmaktan biraz tedirgin ve canı sıkkındı.
Yemekten sonra, Sıtkı Paşa konuyu açtı:
—Bu millete, Amerika’ya, Avrupa’ya muhtaç olmadığımızı, isterse bu milletin her şeyi yapabileceğini göstermemiz lazım diye düşünüyorum. Yarın öbür gün idareyi sivillere devredeceğiz.
Bizim, unutulmayacak, tarihe geçecek bir şey yapmamız lazım. Türk malı otomobil imal etmek bu milletin hep rüyası olmuştur. Düşünsene Emin, eğer başarırsak, ne büyük bir sanayi doğar bu ülkede. Eğer başarırsak, ne kadar çok döviz tasarrufu olur. Önce otomobil ile başlarız; sonra bütün askeri araçlar, cipler, kamyonlar imal edilir. Sen ne dersin?
İsabetli olur, diyor babam…
Bir hafta sonra Sıtkı dayım gene akşam yemeğindeydi.
—Cemal Paşa’ya açtım konuyu, çok heyecanlandı, derhal harekete geçilsin diye emir verdi. Ben de, Emin Bozoğlu ile bir görüşeyim, biliyorsunuz, Yüksek Makine Mühendisi, Amerika da Michigan Üniversitesi mezunu, stajını’da yine Amerika’da Ford Fabrikası ve Budd Otomobil Fabrikalarında yaptı, diye söyledim. Bu işin altından kalkarsa Emin kalkar dedim. Ne dersin Emin, yapabilir miyiz?
-Cemal Aga emretsin, yaparız. Eskişehir’deki fabrika çok elverişli.
-Yalnız, 29 Ekim’e yetiştirilmesi lazım. Yetişir mi? Cemal Paşa bu tarihe yetişsin, diyor.
—Sıtkı, bu iş Türkiye için bir onur meselesi. Bütün dünyaya gösterelim. Türkler araba yapabilir mi, yapamaz mı; ben personelime güveniyorum, hepsi bu ülkenin yetiştirdiği kıymetli elemanlar. Bu işin altından şerefimizle kalkacağımıza eminim..
Ve 16 Haziran 1961 günü start verildi..
Ailece Eskişehir’e gittik. Küçük Dayım Mete Tan, Eskişehir’de doktorluk yapıyor. Onun evine yerleştik..
Sabahları heyecandan, babamdan evvel kalkıp fabrikaya gidiyorum. Çeşitli otomobiller getiriliyor atölyeye. Sökülüyor, parçalar inceleniyor, teknik resimler çiziliyor..
Atölyenin bir duvarına 29 Ekime kadar kaç gün kaldığını gösteren bir pano asılıyor, her sabah kaç gün kaldı ise yeni rakam panoya takılıyor.
En çok kaporta gurubunu seyretmek ve çıraklık yapmak bana zevk veriyor. Alçıdan yapılan araba modeli ortaya çıktığında, herkesten fazla ben heyecanlandım zannederim.
Ekip ölesiye çalışıyor. Geceleri tezgâh üstünde kestirenler, çay üstüne çay, sigara üstüne sigara içenler. Yemek yemeyi unutanların olması olağan geliyor herkese.
Babam, TCDD’deki işlerini de yürütebilmesi için arada Ankara’ya dönüyor ve bir hafta sonra tekrar Eskişehir’e geliyoruz..
İmalata başlandığının üçüncü ayı idi diye hatırlıyorum. Olur olmaz saatlerde, gece eve telefonlar gelmeye başladı. Bir iki sefer babam açtı telefonu ve küfür ederek kapattı. Gelen telefonların beş seferi geçtiği gecenin sabahı beni yanına çağırdı.
-Ati, nalburdan rica et, bize bir usta gönderip sokak kapısına üst üste bir sürgü, bir de zincir taktırtsın. Annene 50 lira bırakıyorum, oradan ödersin hesabımızı.
Sürgü ve zinciri taktırttım. Bir yandan da merak ediyorum ne oluyor diye. Bu gece de gelen telefonlar ve babamın küfürlerinden sonra, annem babamı mutfağa çağırıyor. Ben de mutfağın yanındaki küçük tuvalete girip, gizlice onları dinliyorum.
-Ne oluyor Emin? Kim bu telefon edenler? Neden sokak kapısına zincir, sürgü taktırttın?
-Amerikalılar zannediyorum Bedia. tehdit ettiriyorlar.
Babamın daha işten gelmediği bir gece telefon çaldı. Herkesten evvel koşup ben açtım.
-Alo kimsiniz?
-Sen kimsin?
-Attila Bozoğlu, kimi arıyorsunuz?
-Ulan piç, söyle o babana, milletin parasını boşu boşuna sebil ediyor. Garip, gurabanın, tüyü bitmemiş yetimin parasını yiyor. Ulan biz daha doğru dürüst at arabası bile yapamıyoruz. Nerde kaldı otomobil. Asker emeklisi imiş. Emekliliğini bilsin, gitsin emekli kahvesinde pişti oynasın, Ordu Evinde çay içsin. Asker otomobil mi imal edermiş be?..
Ondan sonrada ana avrat küfürler, ölüm tehditleri gırla gidiyor.
17 yaşlarındayım. Kafam attı. Aynen ben de ona ağzıma geleni söylüyorum.
-Sıkıysa gel lan. Kurşunu kıçına yedin mi, ne bok olduğunu görürsün. Sen beni hanım evladı mı zannettin be?
Şırak diye telefonu çarpıyorum kaidesine..
-Anne ben biraz dışarı çıkıyorum. Çok sıkıldım.
-Uzaklaşma evden. Birazdan baban gelir, yemeğe otururuz.
Kömürlüğün anahtarını alarak bodruma indim. Kömürlükte babamın sandığı var. Sandığı açtım ve yağlı kâğıda sarılı 45’lik beylik tabancayı pantolonumun arkasından belime sokarak gizledim.
O tarihten sonra da, Devrim arabalarının imalatı bitene kadar, tabanca taşıdım. Allah’tan, direkt olarak kimse karşımıza çıkmadı. Yoksa kafama koymuştum. Geleni vuracaktım.
Neyse arabaların imalatı bitti.. Bir değil, hem de üç araba.. Hatırladığım kadarı ile bir beyaz, bir bej ve bir de siyah renkli araba..
Bir gece evvelden Eskişehir’den trene yüklendi. Babam özellikle talimat verdi: “Aman arabaların depolarını boşaltın, ne olur ne olmaz, yolda bir sakatlık çıkmasın, Ankara’da benzin koyarsınız,” diye sıkı sıkı tembih etti.
Meclise kadar arabalar pürüzsüz geldi. Ama malum, Cemal Gürsel’in bindiği siyah renkli araba, on metre gitti ve stop etti. Benzini bitmişti.. Cemal Paşa, beyaz arabaya bindirildi ve Anıtkabir’e hareket etti. Siyah renkli arabaya da benzin konduktan sonra, o da diğerlerine katıldı ve üçü bütün gün Ankara da dolaştırıldı, hipodromda 29 Ekim resmigeçit’ine katıldı.
Ama ne hikmetse basın, tamamen yerli olarak Türkiye Cumhuriyetinin imal ettiği bu arabalara sahip çıkacağına yerden yere vurdu. Palavranın bini bir para.. Güya, milyonlar harcanmış ve para çöpe atılmıştı. İmal edilen araba on metre gitmiş ve bozulmuştu.
Neticede Devrim arabaları projesi iptal edildi. Dört ay gibi mucize bir sürede, bu arabaları yoktan var edip imal eden mühendisler, işçiler töhmet altında bırakıldılar.. Hiç kimse teşekkür bile etmedi. Babam dahil, çoğu bu olaydan sonra hayata küstü..
Projenin iptal edildiği günün gecesi, babam bir kadeh rakı aldı önüne. Aptal, aptal sordum;
-Baba niye iptal ettiler Devrim arabalarının imalatını?
Annemi, ablamı, kız kardeşimi ve erkek kardeşimi masaya çağırdı.
-Ben ölene kadar bu evde Devrim arabaları lafı açılmayacak. Farz edin bu süreci hiç yaşamadık. Silin kafanızdan, dedi..
Bu gün bu projede çalışanların, babam dahil çoğu vefat etti.
Bana gelince, 67 yaşına geldim. Türkiye’de hiçbir başarının cezasız kalmayacağını öğrendim.
Yalnız, bu olgunluğa erişince bazı sualler kafamı kurcalamaya başladı :
1-Siyah arabaya (resmi araba rengi) Cemal Gürsel Paşa’nın bineceğini herkes önceden biliyordu. diğer iki arabaya benzin konmuştu da, neden siyah arabaya benzin konmamıştı veya az konmuştu. Unutulmuş iddiası, bana çok çok saçma geliyor. Devlet Başkanının bineceği araba özellikle kontrol edilmez mi?
2-Devrim arabalarının gösterge panelleri saat gibi çalışır durumdaydı, üstelik de göstergeler Türkçe yazılı idi; arabayı kullanan şahıs, benzin olmadığını neden görmemişti?
3-Bizi telefonda ölümle tehdit edenler kimdi?
4-Bildiğim kadarı ile 29 Ekimden sonra bir araba daha imalattan çıkmıştı. Bu gün “Tülomsaş”da yalnız bir araba mevcut ve hala çalışır vaziyette. Geri kalan üç araba ne oldu? Bu üç arabanın hurdaya çıkarılarak imha edildiğine dair söylentiler var. Eğer bu doğru ise, neden imha edildiler?
5-En önemlisi de, Devrim Arabaları Projesinden neden vazgeçildi?.
BÜTÜN BUNLAR SİZLERE DE GARİP GELMİYOR MU?

(Yüksek Mühendis Topçu Albay Emin Bozoğlu’nun oğlu Atilla Bozoğlu / “Haber Vaktim” sitesinden alıntıdır.)

 

Hakkında Admin

Buna da bakabilirsiniz

Hacamat Nedir?

Hacamat, koruyucu hekimlikte ve bazı hastalıkların tedavisinde uygulanmış genel bir tedavi usûlüdür. Kelimenin aslı Arapça …